Cuma, Aralık 27, 2024
Makaleler

Dolambaçlar, Fay hatları ve Vagonlar – Hevsin Pir

             “Dehşetin karşısında umutsuzluğa düşmeyecek ama en ufak şeyden de heyecana kapılmayacak sabırlı ve temkinli insanlar yaratmamız gerek. Aklın karamsarlığı, iradenin iyimserliği.” (Gramsci)

     Yaşadığımız, yaşıyor olduğumuz ve yaşayacağımız süreç içerisinde tarih biliminin “son kertede” ekonomi-politik denilen bir araç dolayımıyla işletilebileceğini Marx’tan beri (en azından) biliyoruz. Ekonomi-politik denilen bu alan, bir bilimden ziyade varolan şeyin merkezi çekirdeğini “gösteren, imleyen” olarak konumlanmıştır. Dolayısıyla bu gösteri sahne alacağı bir felsefe arayışını zorundalar ve bu felsefe; siyasi olgu, olay ve fikirlerden ayrılamayacağından, yani siyasi olanla etkileşime geçmeden kurulamaz ancak bu bir siyaset teorisi de değildir. Daha ziyade “an”a dair (şimdiye içkin sürece bulaşık) bir felsefi akıl yürütme, konumlama, ifşa etme, ayırma ve anlayış olarak şeyleşmiş, çelişkilerle dolu dünyanın dili materyalist diyalektiktir. Bununla birlikte tarih treninin vagonlarında karmaşık ilişkiler ağında biçimlenen ve anın ışıltısında bütün bir süreç gibi görünebilen sınıf savaşımının çerçevelediği siyasal mücadelenin kendisini işaret eder.

     Bu yönelimi 1844 elyazmalarında Marx şöyle açıklar: “Felsefenin proleteryada maddi silahlarını bulması gibi proleterya da felsefede düşünsel silahlarını buluyor ve düşüncenin yıldırımı bu bakir halk toprağının kalbine vurduğunda, Almanları insan yapacak kurtuluş gerçekleşecektir. Felsefe kendini, proleteryayı ortadan kaldırmadan gerçekleştiremez, proleterya felsefeyi gerçekleştirmeden kendini ortadan kaldıramaz.” Marx’ın proleteryayı siyasal keşfi felsefeyi geri dönülmez bir biçimde yıkıma uğratır ve onu başka bir yola mecbur kılar. Bu keşfin sonucu ünlü tezdedir: Filozoflar dünyayı değiştirmek için felsefe (siyaset) yapmalıdırlar.

     Tarih biliminde gerçekleştirilen bu keşif, toplumsal yasaların (trenin) kendisiyse felsefede maddi, siyasi bir güç olarak proleteryanın keşfi de felsefeyi siyasete zincirlemiştir. Felsefe siyaset uğruna silahlandırılacak, vagonlarda kılıç sallanacaktır. “Özel mülkiyet fikrini kaldırmak için, düşünülmüş komünizm bütünüyle yeter. Gerçek özel mülkiyeti kaldırmak için, gerçek bir komünist eylem gerekir. Tarih bunu getirecek ve düşüncede daha şimdiden onun kendi kendini kaldırdığını bildiğimiz bir hareket, çok sert ve çok yaygın bir süreç aracılığıyla gerçekliğe geçecektir. Daha ilk anda, tarihsel hareketin sınırının olduğu kadar ereğinin de bir bilincine ve bu hareketi aşan bir bilincine ermiş bulunmamızı gerçek bir ilerleme saymalıyız.”

     Bireyler olarak içine doğulan kesitin koşulları hiç kuşkusuz insan düşüncesini sarmalar ve egemen bir siyasi bilinç ilişkisi dayatır. Dünyanın varolan durumuyla kendi bulunduğumuz durumu birbirine kırdırarak tasarlamaya başlarız. (ideolojinin ne olduğu ve etkisi bu yazıda ele alınmamıştır) Belki de bilincin kendisi her zaman ortadan başladığından kaynaklı varolanın, varolduğu için varolduğunu anlamaya ve bilmeye meyillidir. O yüzden hem her zaman çok bilinçliyizdir hem de asla yapıyor olduğumuz şeyi bilemeyiz. Marx’ın çektiği net materyalist çizgi, içinde yaşadığımız gerçekliğin zihnin eseri/eseri değil ikileminden farklı bir düzeyde ele alınmasına işaret eder ve bu noktada şimdinin gerçek eylemi çamura bulaşık düşünceler boşluğunun mahkumu değil anda somutlaşan, özgülleşen ve değişime açık politik alanın kendisi olur. O yüzden böyle gelmemiştir böyle de gitmez, etten ve kemikten olan insanların gerçekliğinde.

     Bütünsel gerçeklik odur ki biz anda zuhur eden çelişkiler ve siyasal mücadelelerin içine doğarız ancak bütün bunları içeren ve zahirde görünmeyen de zaten giden bir trenin içinde olduğumuzdur.   

Silahları kim getirecek?

     “Devrimler yapılmaz, olur.” ayeti ve bolşevik devriminde partinin iradi olarak harekete geçmesi, kaba materyalizm ile devrimci iradenin (tarihte özneliğin) karşı karşıya gelimi ve öznenin tarihte galibiyeti/mağlubiyeti olarak okunmamalıdır.

     Tarihte devrimler olur. Bu aynı bir “doğa olayı” olan depremin oluşu gibidir. (Burada nasıl ki sürekli olarak tektonik hareketler sürüyor, küçük/büyük kırılmalar birbirinden farklı ama bağımsız değilse yaşadığımız toplumun içindeki her şey bir sürecin parçası ve süren bir “şeyin” olduğunun kanıtıdır) Toplum denen “türün” kendi verili toplumsal ilişkilerinden ayrı olarak, asla bağımsız değil, başka bir maddi forma bürünmesidir.

     Dünya’da depremler olur ve biz bu gerçekliği onun olması olarak sahipleniriz. Depremin yer ve zamanını önceden bilmediğimiz gibi “insanca” onun gerçekleşmesine, etkisine yönelik çok sınırlı bir katkımız vardır ya da yoktur. Bu konuda bilgimizin, bilme yetimizin belli bir sınırı olduğu ortaya çıkar. İnsan düşüncesinin yetemediği gerçekliklerin olay olarak sahiplenilmesi ve bu dolayımla “bilinmesi” tarihsel materyalizmin dolayısıyla da marksizmin zaferi olarak anlaşılabilir. “Bir toplumsal oluşum, içerebileceği bütün üretici güçler yeteri kadar gelişmeden önce asla yok olmaz; yeni, daha yüksek üretim ilişkileri, maddi varlık koşulları eski toplumun bağrında olgunlaşmadan önce eskilerinin yerini almazlar. Onun içindir ki, insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar; çünkü yakından bakıldığında her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da oluşmakta olduğu yerde ortaya çıkar.” (Ekonomi politiğin eleştirisine katkı)

     Marx’ın giden trenin kendisinden yani bütünsel gerçeklik düzeyinden bahsettiği eşsiz belirlemeleriyle, devrimci politika-felsefe alanında ayrım yapmak zorunludur. Tarih nasıl ki sürücüsü olmayan, içine doğulan ve nereye gittiğini bilmediğimiz ancak nereden geldiğine dair bilgi ve deneyimlerimizin olabildiği “üst düzey” bir gerçeklikse de trenin vagonları olduğu ve orada bir konum elde edilebileceği de bir o kadar “alt” gerçektir. Aklın kötümserliği marksizmin kurucularına düştüğüyse iradenin iyimserliğini de onun en iyi öğrencilerinden, kendi zamanında “iradeci” ve “anarşist” olmakla suçlanan Lenin, eylemi ve teoriye eklediği (zaten kökünde var olan) felsefi-siyasi halkayla yerine getirmiştir. “Nesnel bir durumun saptanmasından mevcut durumun doğrulanmasına geçen teori marksist değildir.”.

Marksizmin felsefe-politika teorisini “somut” dünyanın kayışıyla yeşerten bu tez komünizmi bugünden keşfetmeye dair “gerçek” bir çağrıdır. Bugünün eylemi tarihin “nesnel” zincirleriyle belirlenemez, onunla birlikte “öznel” olarak varlık kazanır.

     “Komünzim bizim için tesis edilmesi (imal edilmesi) gereken bir vaziyet, gerçekliğin ona bakarak kendisine çeki düzen vermesini gerektiren (gerektirecek) bir ideal değildir. Biz, şimdiki vaziyeti ortadan kaldıran gerçek (etkin) harekete komünizm deriz. Ayrıca, salt işçi olanlardan oluşan kitle, kitlesel olarak sermaye veya herhangi bir dar kafalı tatminden koparılmış işçi kuvveti ve bu yüzden artık geçici bir zaman müddetini kapsamayan, bizzat bu emeğin/işin/çalışmanın kaybı, rekabet sayesinde sağlama alınmış bir yaşam kaynağı olarak dünya pazarını varsayar. Yani, proleterya sadece dünya tarihsel olarak varolabilir, tıpkı komünizmin, yani eyleminin, başlı başına sadece ‘dünya tarihsel’ bir varoluş olarak mevcut bulunabilmesi gibi; yani, bu, bireylerin dünya tarihsel var oluşu; dolaysızca/hemen dünya tarihiyle bağıntılı bireylerin var oluşudur.” (Alman İdeolojisi)

     İnsanın tarihte kendiliğindenci bir nihilizme düşürülmesi ile “yaratan” olarak idealistleştirilmesi aynı madalyonun iki yüzü olarak beliriyor ve bu madalyon bize bütünlüklü, devrimci-materyalist bir tarih-politika anlayışı sunmamakta. Nicel değişimin sürdüğü gerçeklik bizim nitel gerçekliğimizle aynı “düzeyde” işlemiyor. Biz sürecin özneleri olarak bu bileşimi ayırmak, anlamak ve sonucunda mücadele etmekle yükümlüyüz. Nasıl ki deprem yeryüzünde o gerçekliğe çıkarak, bürünerek meydana geliyorsa devrimler de bizim gerçekliğimizde “devrimci savaş” olarak, bu formla belirirler.

     Peki girdiğimiz savaşın “gerçek” devrimci savaş olduğunu nereden bileceğiz? Bu üst bir gerçeğe gönderme yaptığından bilme edimi bizim için ancak olay geçtikten yani zafer kazanıldıktan sonra mümkündür. Tersinden bu büyük devrimin gerçekliğinde şimdide mümkün bir gerçeklik yok mu? Bugünden başladığımız, inşa ettiğimiz devrimci savaşın bir gerçekliği yok mu? Kesinlikle var. Dünyada depremler yeraltından bir anda yeryüzüne çıkmazlar. Yüzeyin kendisi (zaten) kırık fay hatlarından oluşmaktadır. Ttoplum dediğimiz bütünlük şiddet tekelini devletin elinde tuttuğu bir iç savaş örgütlenmesi olarak “an”a nüfuz eder. Bu minvalde devrim, her zaman için bir gerçeklik ve mümkünlük olanağıdır. Kırılmalardan yararlanarak büyük bir yarık oluşturmaya çalışmak, iç savaşı alevlendirmek ve yol açmaktır. Fay hatlarında, devrimci bir partinin müdahalesiyle küçük bir deprem yaratılabilinir ve üzerinde durulan bölge, birim, ülke sarsılabilinir. Bu, önceden sürmüş şu anda da süren ve ileride de sürecek olan ezilenlerin, yoksulların kurtuluş davasının sürekliliğini de açıklar. Bu savaş; kazanılır, kaybedilir, çelişkiler yumağıdır. Biz “öznelerin” görevi fay hatlarında mücadeleyi derinleştirmek, sefer eylemek ve yapabiliyorsak devrim yapmak, zafer kazanmaktır. Büyük yıkım ancak fay hatlarında güçlü olarak ve bunu pekiştirerek komünist bir devrime doğru örgütlenebilir. ZAFER sırsa da “zafer” mümkün ve yoldur. Yaşasın Devrim!