Barınamıyoruz Davasında Yoldaşlarımızın Savunmaları
Geçtiğimiz sene Aralık ayında Ankara’da yapılmak istenen barınma hakkı eylemlerine saldıran polisin gözaltına aldığı yoldaşlarımız bugün mahkemede savunmalarını veriyor. Öğrenciler arasında başlayan ve yaygınlaşan Barınamıyoruz Hareketinden yoldaşlarımız, bu krizin sadece öğrencileri değil kentsel dönüşüm adı altında talan edilen mahalleleri, sıfır atık proje dayatmasıyla saldırıya uğrayan depoları da etkilediğini söyledi. Tarafımızca yapılan iki ayrı savunmayı sizlerle paylaşıyoruz.
“Bizler bu mahkemede, sadece barınma hakkı için mücadele eden üniversite öğrencileri veya sadece gençlik olarak bulunmuyoruz. Barınma krizinden bizler kadar etkilenen emekçi ailelerin çocukları olarak, onlar adına da burada bulunuyoruz. Yaratılan yeni yoksulluk alanlarındaki ve bu coğrafyanın tarihi boyunca yoksullaştırılmışları adına da buradayız. Burada “yargılanan” barınma hakkı mücadelemiz, buradakilerin barınma hakkından ibaret değildir. Milyonlarca gencin, emekçi ve yoksul halkın barınma hakkıdır. Bizleri Ankara’ya ve bu mahkemeye getiren süreçte de, tam şu anda bu salonda da o milyonların izleri vardır.
Geçtiğimiz sene İstanbul’da belediye ve valilik işbirliğiyle, şirket rantları için atık kağıt işçilerine yönelik baskılar yükselmişti. Çoğu atık kağıt işçisinin barınma alanı olan depolar basılmış, kapatılmış, hatta bazıları kundaklanmıştı. İşçiler bu sürece örgütlü ve kararlı şekilde direndiler. Bizler de o süreçte onların barınma hakkı mücadelesinin yanındaydık, onlar da bizim yanımızdaydı. Parklarda kalmıştık, kağıt depolarında da kaldık. Hatay’da zorla evlerinden edilmeye çalışılan Özerli Mahallesi halkının yanındaydık. İstanbul, Okmeydanı’nda Fetihtepe ve Tozkoparan mahallelerinde karşımızda yine bir barınma hakkı gaspı ve başka bir belediye başkanıyla aynı vali vardı. Rant uğruna suyu, elektriği, doğalgazı kesilerek yuvalarından vazgeçirilmeye çalışılan mahalle halkının yanındaydık. Evleri ve yaşam koşulları zaten kötü olan bu yoksul mahallelerde, bir şekilde var olan da elinden alınıp mülksüzleştirilen yoksulların yanındaydık. Tokatköy’de, Tarlabaşı’nda ve birçok yerde “kentsel dönüşüm” adı altında barınma hakkı elinden alınan bütün yoksulların da mahkemesinde olduğumuzu hatırlamamız için anlatıyorum bunları. Bizi o gün Ankara sınırında işkenceyle gözaltına alan polisle, kağıtçının deposunu basan polisin, Fetihtepe’de halkı evinden gözaltına alarak çıkartan polisin aynı polis olduğunu hatırlatmak için anlatıyorum bunları. Anlatıyorum ki onlara direnen biz gençlerin, o işçilerin ve o yoksulların safının birliğini hatırlayalım. Bu mahkemedeki sanıkların aslında milyonlar olduğunu hatırlayalım.
Şimdi Ankara’ya olan bu yolculuğumuzun yasallığını bu mahkememe tartışacak. Ancak meşruluğumuz sorgulanamaz. Biz, bu anlattıklarımdan ve barınamayan milyonlardan meşruluğumuzu çoktan alıp çıkmıştık o yola. Dolayısıyla bu yolculuğun yargılanacak bir tarafı varsa o da ancak etkisizliğimiz olabilir. Bu yolculuğumuzu ancak yetişemediğimiz Enes Kara, evlerini yıkılmaktan kurtaramadığımız yoksul halk hakikatle yargılayabilir. Bizim Ankara’ya yolculuğumuz, aslında eyleme geçmiş bir metafor olarak okunabilir. Bu yolculuk barınamayan gençlerin, barınamayan emekçilerin ve yoksulların kendi iktidarlarına doğru giden bir yolculuğun içindeki, çok ufak da olsa bir başka yolculuk hikayesidir. Görüldüğü üzere bizim bütünleşen bir hikayemiz var. Bu hikayeden doğan bir davamız ve bu davadan doğan Hatay’a, Ankara’ya, bu mahkemeye yolculuklarımız var. Polisler ve mahkemeler bizi ancak gittiğimiz yerde bekleyebilirler. Çünkü, davası olmayanın gerçek bir yolu ve yolculuğu olmaz.
Sözlerimi Ankara’yla olan hesabımız üzerinden bitiriyorum. Bu coğrafyada, iş cinayetlerinde, kendisi veya çocukları barınabilsin diye çalışan her sene ortalama 3000 işçi katlediliyorken bizim Ankara’yla hesabımız kapanmış değildir. Gençler, barınamadığı bir geleceğe mahkum edilmeye çalışılırken, yoksulların evleri yıkılıyorken bizim Ankara’yla hesabımız kapanmış değildir. Ama kimse merak etmesin. Biz yine yollarda buluşuruz, Ankara’yla bozuşuruz!”
“Arkadaşlarımın çoğu üniversite öğrencisi, ben de genç bir işçi olarak barınamıyorum. Barınma krizinin sorumlularından hesap sorma yolumuz kesinlikle meşrudur. Ülkemizde barınamayan, aç, yoksul, geçinemeyen milyonlarca emekçi ve öğrenci var. Bu coğrafyada yoksulluk ne kadar gerçekse bunu yaratanlara karşı mücadele de gerçektir. Bu sorunun kim tarafından çözülemeyeceğini gördük. Bu noktada iş başa düştü, Ankara yoluna çıkarak üzerimize düşeni yapmaya çalıştık. Ben günde üç öğün sağlıklı beslenemiyorum, ev bulamıyorum, genç bir işçi olarak yaşadığım bu düzende, düzenle mücadele etmekten başka çare yoktur. Herkesin ailesi saraylarda yaşamıyor veya herkesin annesi babası savcı ya da hakim değil. Benim ailem de benim gibi işçidir. Bu kaderi paylaşanlar çoğunluk, saraylarda yaşayanlarsa azınlık. Biz bu çoğunluk olarak, hakkımızı almak için mücadele edeceğiz. Bunun için Ankara’ya yola çıktık. Bizim oralarda bir söz vardır; “Yek seve neparazı dest tavejin baxçete.” Türkçesi şudur: Bir elmayı korumazsan bahçeyi alırlar” BİZ BİR TEK HAKKIMIZDAN BİLE VAZGEÇMEYECEĞİZ! “