Komutanı Anmak Ve “Ölümsüzlük” Üzerine – Şafak Orhan
“Devrim şehitleri ölümsüzdür” sloganının anlamını, gerekçesini artık mevcut konjonktürde tekrar anlatmak ve konuşmak zorundayız. Artık yabancılaşmayla, indirgemelerle karşı karşıya kalınan, yürütmeye çalıştığımız sınıf savaşı politikasının önemli bir yerini tutan bir bağın sözü bu. Kimsesizler mezarlıklarındaki yerlerinden, cenazelerine ve anmalarına saldırılardan, açılan davalardan, devrimci savaşı ve bizi örgütleyen niteliklerinden devrim şehitleriyle kurduğumuz bağ, hikayemizin yarınımızla kurduğu bağdır. Ölümsüz olmak, yarında yaşamaktır. Ölümsüz olmak, ölü bedenin politik bir güce sahip olmasıdır. Devrim şehidi için, başka bir ölüm açığa çıkmaktadır. Bu, zorunlu olarak madde ile form arasındaki ilişkiye dayanmakta değildir. Burada, bizzat beden, şehidin üniforması halini almaktadır. Fakat beden, yalnızca ölüme karşı korunacak bir nesne değildir. Bedenin politik gücü, ölümün ötesine ve ötesinde varlığını inşa etmeye dayanan bir soyutlama sürecinden kaynaklanır. Bu anlamda, öznenin kendi ölümlülüğünün üstesinden geldiği ideolojik uğrağını üretmesiyle, şehit, geleceğin alameti altında ilerleyen bir savaşçıdır. Başka bir ifadeyle, devrimci için ölümde, gelecek şimdinin içine doğru çöker. Bu ifadeden yola çıkarak, şehitlerimiz yalnızca yoldaşlarının davalarını taşımasından kaynaklı değil, yarını bugüne çağırdıkları ve yarın oldukları için de ölümsüzlerdir. Devletin, ölüm ve ölü beden politikalarındaki tarihsel işkence pratiğinin kendisi, işte bu anlamın kendisine karşı geliştirdiği saldırıdır. Geçtiğimiz sene Nedim Şener, Ceren Güneş hakkında demokratik alan siyasetini hedef alarak bir yazı yazdı. Ceren’in militanlığının gelişimini, açık alan faaliyeti yürüttüğü süreci işaret ederek “anlatmış” ve buradan mevcut devrimci gençliği hedef göstermişti. Düşmanın aygıtları şehidimiz üzerinden, ölü bedeni üzerinden karşı siyaset yürütmeye devam ediyor. Bu örnek, birkaç cümle önce konuştuğumuz, anlamın kendisine karşı geliştirilen saldırılardan biridir. Bu noktada bile şehidin ideolojik mücadelesi, yaşamıyla birlikte ölümüyle de sürmektedir. Ölümsüzlüğün kendini ve oluşunun sürmekte olduğunu hatırlattığı mücadele noktasıdır bu örnekler.
Ezilenlerin ve devrimcilerin cenazelerine, ölü bedenlerine yapılanlar veya devletin zor aracılığıyla gömmeyi tercih ettiği mekanlar bütünlüklü saldırıdır. Tarihsel bir savaşımın politikasıdır. Faşizmin onların bedenine yaptıkları, hayattayken onlarla aynı politik yolu izleyenlere ve aynı ezilen özne olma halini taşıyanlara yapmak istediği veya yapmakta olduğu pratiklerin görünümüdür. Bu görünümden de çıkaracağımız üzere ölü beden durağan değil, politik olarak hareketlidir. Ölü bedenler, hayatta olan bizler için yanımızda ve karşımızda ayaktadır. Hacı Lokman Birlik’in düşman tarafından sürüklenen bedeni, TC faşizminin Kürt ulusuna karşı yürüttüğü ve yürütmeye devam ettiği siyasetin en açık halidir. İbrahim Gökçek’in cenazesi, uğradığı her mekanı politik olarak harekete geçirir. Yıkandığı cem evinde bir direnişi örgütler, Kayseri’ye defnedilmek için geldiğinde faşistlerin saldırısına uğrar. Soma’da katledilen 301 maden işçisinin mezarı hala o madendedir. Şimdi Soma’da maden işçileri o mezarın ağırlığıyla oluşunu sürdürmektedir. Orhan Yılmazkaya’nın kimsesizler mezarlığında yattığı mezara gitmenin, onu anmanın kendisi düşmanla karşı karşıya geliştir. Çünkü, Orhan yoldaşın yaşamı ve ölümsüzleşme yolu onu kimsesizler mezarlığına götürmüş, oradaki bedeni hala faşizme karşı silahlanmış haldedir. Bedeni silah olmuş haldedir. Ölü beden, siyasetin çıplak bir halidir ve ölü bedenler, siyaseten yaşarlar. Yani düşman ölülerimizden de korkar. Çünkü, ölülerimiz düşmanda ve bizde yarattığı hafızayla, bizlerin de yakasını bırakmayan bir biçimde bizlere eşlik ederler. Biz hayatta olanların kazanılan hakları ve mevzileri ölümsüzleşenlerimizin talepleriyle, kavgasıyla ve ölüme gitmeleriyle büyümüştür. Zafere giden yolun büyümesinin yolu ölülerimiz ve bizim aramızdaki ilişkiyle ilişkilidir. Piramit taşının altında kalan köleden ezilenleri silahlandırma yolunda kurşun sıkan Orhan yoldaşa, ölü bedeni sokak ortasında tam yedi gün kalan Taybet Ana’dan katledilen göçmen trans Werde’ye, ölülerimizle hikayelerimizin birliği ve onların bizlere eşlik edişinin bilinci, bizi ezilenlerin sınıf temelli ve zora dayalı bütünlüklü mücadele yoluna götürmelidir.
Komutan Ceren Yoldaş da bizlere bu mücadele yolunu miras bırakmıştır. Ceren, kendini komünist bir özne, öncü bir kadro olarak yaşamının her alanında ölümsüzlüğe hazırlamıştır. Ölüm ve yaşam arasında kurduğu ilişki ciddi ancak bir o kadar gözünde büyütmediği bir ilişkidir.
Komutanın Rojava Devrimi’ne yürüyüşü onun için sistemden gerçek bir kopuş yaşadığını duyumsadığı andır. O günü günlüğünde böyle anlatır.
“Rojava’da ilk doğum günüm. Bugün birçok bağı koparttığımı hissettim. Ritüeller, klişeleşmiş tavırlar, organizasyonlar… Anlamsız ve boş. Burada olduğum için mutluyum. Malzemece oldukça fakir, duygu ve anlamca oldukça yoğun hazırlanmış bir masa ve yoldaşlar. Her şeye yeter. Yoldaşlarım. Benim bir parçam, ayrılmaz bir parçam.”
Burada yaşamının mirasına ve ölümsüzlüğünün anlamına doğru büyük bir adım atar. Askeri eğitimini tamamladığı gibi cepheye gider. Askeri başarıları ve ideolojik gücü onu en genç komutanlardan biri yapar. Yoldaşı Mahir Arpaçay ölümsüzleştiğinde kurduğu anlam ilişkisi, Ceren için savaşını daha ileriye taşıyan, kuvvetli bir ilişkiydi. Yoldaşının anısı ve ölü bedeninin kendisine eşlik edişini açığa çıkarmıştı. Ölüm ister istemez insanı geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarır, geçmişte kalan ihtimaller üzerine düşünmeye iter. Ceren yoldaş gibi ideolojik olarak kuvvetli olanlar bu yolculuklardan yarına doğru daha güçlü yol alır. Sistem içerisinde “iyi bir doktor” olabilirdi, konforlu alanlara sahip olabilirdi. Ancak Ceren için hayat, örgütlediği kuvvetle başka bir anlama kavuşmalıydı ve sistemin yarattığı gözdeki gibi laubali biçimde büyütülen bir fenomen değildi.
“Geçen gün, ilk defa burada olmasaydım ne olurdu diye düşündüm. Kendimi başka bir hayatın içinde hayal etmeye zorladım, en ince ayrıntısına kadar. Ama olmadı. Burada olmaktan, kavgaya katılmaktan başka bir yol yok, olamaz. Bir sınavdan daha bu sonuçla çıktım. Sonra bana bunu düşündüren şeyin ne olduğunu sordum. Umutsuzluğa kapılmıştım. Olmamız gerekenin çok altındayız. Kadrosal anlamda bu böyle. Çok daha devrimci ilişkiler kurmalı, üretmeli, çalışmalı, savaşmalı ve değişmeliyiz. Değişebilmeliyiz. Mutlaka. Bu işi yapmalı, o uzun zorlu yolda durmadan gitmeli ve kazanmalıyız. Cemre için, Aziz için, hepsi için.”
Ceren yoldaşın komutanlık yaptığı taburdaki enternasyonal savaşçılar onu güçlü izler bırakan, mütevazi bir rehber olarak tarif ederler. Devrimcilik yaptığı her alanda ortaklaşan tarifleri var ancak aynı değildirler. Partisi gibi, partili olarak o da, olması gerektiği gibi sürekli oluş halindedir. Her uğrağındaki izi, tarifi değişir ve gelişir. Ölümsüzleştiği an ise bir filme yapılan montaj gibi bütün halindeki hikayesi ve mücadelesi yoldaşlarına eşlik eder. Komutan, kadın özgürlük mücadelesinde militan bir öncüydü. Faşizmin erkek şiddetiyle katlettiği kadınlar da ona bu alandaki mücadelesini geliştirirken eşlik etti. Ölülerimizin bize eşlik edişinden bahsederken kastettiğimizi aslında Ceren yoldaşın ölümsüzlüğünün izlerinde buluyoruz. Bir enternasyonalist kadının Ceren’e ölümsüzleştikten sonra yazdığı mektup bu izlerden biridir.
“Birlikte savaşmayı öğrendiğin ve kolektif bir yaşamı paylaştığın yoldaşlarına verdiğin tüm değeri sende gördüm. Benim için sen, cesaret için büyük bir ilham kaynağısın. Yürüdüğün yolda, ayak izlerini izleyerek seni takip etmeyi umut ediyorum, çünkü emeğin tarihimizin bir parçası olmuş durumda. Bu tarihi, yaşam için savaşmanın tek yol olduğuna olan inancımızla kendi ellerimizle inşa ettik; bu savaştan daha güçlenmiş bir şekilde çıkacağımız kararıyla. Ceren yoldaş, seni her hatırladığımda gülümsüyorum çünkü biliyorum ki, devrimci kalbin senin yolunu izleyen tüm kadınların tarihini yazıyor. Kararın ve kararlılığın bütün dünyada baskıya karşı isyana ve mücadeleye katılmaya ilham verecek, senin gibi Erdoğan’ın faşizmine, Avrupa’nın sessizliğine ve Rusya ve ABD’nin işbirliğine karşı hayatını feda eden tüm kadınların anısını canlı tutacak.”
Komutanı anmak, onun da öncülerinden olduğu birliğin inşasıdır. Partisine son derece bağlı ve bağlılığını eleştirel bir şekilde var eden Komutan Ceren Güneş, coğrafyanın batısındaki yoldaşlarına ve henüz karşılaşmadığımız, bizimle yoldaş olacak olanlara şu görevi vermiştir:
“Cephelerde savaşçılarımız üzerine düşeni layıkıyla yerine getirmiş, oldukları her mevziiyi devrimin mevzisi olarak ele alıp sonuna kadar direnmiş, cesaret ve inançla savaşmıştır. Yaratılan ciddi bir birikim ve değerler bütünü vardır. Yapılan hatalar, ilkelerin muğlaklaştırılması, belirsizleştirilmesi, devrimci değerlerimizin tam karşıtı yönde sergilenen pratikler bu birikimi yaratanları yaralamış, darbelemiş, devrimciliklerini hissedememelerine neden olmuştur. Yaptıklarımızın ve yapamadıklarımızın hesabını bugün iyi tartmamız gerekmektedir. Bu doğrultuda yaptığımız tartışmalardan, ne yapmayacağımızı görmüş olmakla birlikte, asıl olarak, nasıl yapacağımız sorusunu cevaplandırmaktır görevimiz. Önümüzdeki süreçte önceliğimiz savaş gücümüzün yeniden inşası ve güçlendirilmesi olmalıdır.”
Bahsettiğimiz savaş bütünlüklü bir savaştır, siperle sınırlı değildir. Başka alanlar, mevziler, özneler barındırır. Dolayısıyla komutanı anmak siperden üniversite kampüsüne, iş alanlarından mahallelere, sokaklara her mücadele alanına izlerini taşımaktır. Her alanda ona eşlik etmektir. Onun bizde yarattığı kuvvetli izler hepimizde tutarlı farklılıklar gösterecektir. Her birimiz bizdeki izi ideolojik birliğe taşıyarak, inşayı zafere kavuşturarak komutanımızı anacağız. Yoldaşımız Ölümsüzdür!