Cuma, Aralık 27, 2024
KadınMakaleler

Kendi hikâyemizi anlatmak için bir başlangıç – Leyla Aslan

“Kolektif öldürme karşısında duyulan tiksinti yakın tarihlidir ve abartılmaması gerekir. Günümüzde herkes, gazeteler aracılığıyla kamuya açık idamlarda yer almaktadır. Ancak, başka her şey gibi, bu da eskiden olduğundan daha rahattır. Güven içinde evde oturur ve yüzlerce ayrıntı içinden bize özel bir heyecan verenleri seçip dikkatimizi onlara yöneltebiliriz. Her şey bittikten sonra yalnızca onaylarız ve keyfimizi kaçıracak hiçbir suçluluk duygusu hissetmeyiz. Ne verilen idam hükmünden ne idamı bildiren gazetelerden sorumlu değilizdir. Yine de, bu olay hakkında, olayı görebilmek için kilometrelerce yürüyüp saatlerce bekleyen ve sonunda çok az bir şey görebilen atalarımızdan daha çok bilgi sahibi oluruz.” (CANNETTİ, 2006)

Bilgi, bir yığın halinde önümüze sunuluyor. Eğer öğrenmek istersek Afrika’nın ücra bir köşesindeki bir kasabada neler yaşandığını bile öğreniriz. Her sosyal medya platformunda haber akışı, paylaşılanlar, görüntüler… Artık hepimiz yaşam içerisinde gördüklerimizi paylaşarak editörlük ve kendi hayatlarımızın sunumunu yapıyoruz. O kadar çok bilgi var ki bilgiye ulaşım neyin doğru neyin yanlış olduğunu bulmak olarak tariflenebilir.

Öte yandan yüzyılımız küreselleşmeyi de altın tepside sunuyor. Türkiye’de Çin’de çıkan bir filmi uzun uzadıya konuşuyoruz. Kıyas şansı buluyoruz. Ne entelektüel konuşmalarımız var ama(!) Avrupa Gönüllülük Hareketleriyle ücretsiz dolaşabiliyorken dünyayı, sınırlar giderek güçleniyor savaştan kaçanları almamak için. Yani dünya senin! Sokakta yürürken, iş yerlerinde çalışırken ülkelerini savaş, ekonomi ve daha birçok nedenden terk etmiş her renk insanla karşılaşıyoruz. Kim terk etmek ister doğduğu toprakları? Göçler ve savaşlar yenilir, düşünmelisin, öğrenmelisin, yaratmalısın diyor gencecik yaşında iç savaşın kurbanı olan Hasret Gültekin. Tatavla’yı anlatan bir Rum kurtuluşu hala kendi doğduğu yerde buluyor. Sürgünlerin, yeni tarz savaşların çocukları olarak mahallemizi ararken koca dünya önümüze sunuluyor ve bizden bu özgürlük akımına ayak uydurmamız, kendimizi geliştirmemiz bekleniyor. Üstelik Cv’lerimizin niteliksizliği ile suçlanıyoruz. Size olanaklar sunuldu. Kendinizi geliştirmemeniz sizin sorumluluğunuz. Emeklilik yaşı giderek ötelenirken devlet sosyal devlet olma zahmetinde bile bulunmayarak bizi serbest rekabet koşulları içerisinde kim başarılıysa hayatta kalsın diyerek yalnız bırakıyor. Bireyin bu kadar ön plana çıkarılması çok işlerine geliyor. Çünkü yalnız kalmak güçsüzleştiriyor. Hem çok basit bir kibrit çöpü hikayesi anlatılırdı bize tek bir çöpün kırılganlığı birçoklarının ancak gücü olabilir bunu ilkokuldan biliyoruz. Daha üstüne katılacak çok şey var. Kadıköy’de barışçıl bir eylem için bir araya toplanan öğrencilerin üstüne araba süren devlet bunu neden yapar? Fiziksel hiçbir tehdit barındırmayan bu eylemle savaşmak, olandan değil olabilecekten korkmadır. Çünkü bir kere cem olundu mu artık anlaşmak öyle bir ortaya çıkar ki popüler anlatıların bir bir içi boşalır. Faşizmse tam olarak bu popülist anlatıların üstüne oturur. Basit anlamıyla kandırılmak değil bu, tarihsel olarak atomize olmuş toplumun ve bunu kabul etmek zorunda kalan maaşlıların yarattığı koca bir kültürdür.

Üstelik herkes evlerinde otururken eve ulaşan tek bilgi medyadır ki medya çoktan burjuvanın elindedir. Ve artık maruz kaldığımız onların hikâyesidir. Bizimse elimizde kalan sosyal medya oluyor. Sosyal medya ise Gezi’deki ve Arap Baharındaki tözünü taşısa da şimdilerde (teşhirleri ayrı bir yerde tutmak gerekmekte) bireylerin en özel alanlarını paylaşmayı kendine vazife edindikleri bir alan haline gelmiştir. Ve sonra onca tartışmadan nitelikli tek bir sonuç çıkmamaktadır. Kadınların, LGBTİ+ bireylerin sokak ortasında öldürüldüğü bir ülkede tartışmamız akademik alan tartışmalarına tıkanıyor. Hâlbuki teori bizim kendini gösterme ve kendine bir kimlik yaratmak için kullandığımız bir birikim değildir. Bizim için teori anlamlandırmak ve hareket etmek için bir araçtır sadece.

Psikoz haline gelmiş kültür nedir?

Çitlemeyle birlikte özel mülkiyetin şekillenmesi itibariyle başlayan tarih kapitalist kültürün oluşmasının tarihidir. Paranın bir kurgu metası olarak her şeye dönüşebilmesi, aslında ikili ilişkiler dâhil her şeyin para edebilir düzlemde düşünülmesine neden olmuştur. Hatta birey piyasada satın alan/talep eden olarak kendine yer edindikten sonra artık bu özellik dışındaki karakteri hızla bazen zor, bazen hegemonya ile sönümlendirilmeye çalışılmıştır. Canlının ve doğanın alınıp satılır olabilirliği, hiyerarşinin sınıf çatışmasının tezahürü olarak kendini toplumda bulmasıyla toplum tam bir psikoz halinde yaşamaktadır. Bu kültür birikimi bugün burjuvanın yaptıklarını artık meşruluk bile aramadan gözümüze soka soka yapma fırsatı verir olmuştur. 21. Yy’da sosyal medyada “sosyeteyi çalkalayan” kuryenin kaçırılıp işkence edilmesi haberi kurulu adalet düzlemine yargılama sorumluluğu dahi yüklememektedir. Hâlbuki bu bir suçtur ve cezalandırılması gerekir.

Bu ruh hali her alana sirayet etmiştir ve gayet yapısaldır. Aslında kültür bir sonuç ilişkisidir. Meta kapitalizminin, patriyarkal kapitalizmin birer sonucudur. Dolayısıyla ezilen tüm kimliklerin bu meta düzlemindeki yeri bellidir ve yapılan tüm şiddet pratikleri artık göz göre göre yapılmaktadır.

Bunun yanı sıra bu pratiklerin yarattığı bir korku ortamıyla da boğuşmaktayız. Sanki hep eziliyor ve sesimizi çıkarmıyormuşuz gibi, “ses çıkaran direnen bedel ödüyormuş” gibi bir mağduriyet politikası yaratamayız. Kocaeli’nde işçilerin, zulme dayanamayan kadınların intiharlarını, yine ezilenlerin ölümlerini hüzün ve hicapla okuyamayız. Bize anlatılanı duymamız gerekiyor. Biz yalnızca tarihin mağdurları değiliz. Mücadele ediyoruz, savaşıyoruz ve dolayısıyla yenilgiye de uğruyor kazanıyoruz da. Dolayısıyla olan biten her şey gibi aslında güncel iç savaş halinin yansımalarını da görüyoruz. İşçiler not bırakarak intihar ediyor, kadınlar zulme boyun eğmedikleri için yalnız başlarına, olacakları göze alarak müstakbel katilinden kendini korumak isterken müebbet hapis cezası alıyor.

Sonuç olarak ‘Benim hayalim yok.’ diyen bir kadının sistemden kesilmiş umudunu örgütlemeliyiz. Nevin Yıldırım her şeyi göze almışken ve savaşırken onun yanında olmalıyız. Diğer taraftan ise mahallelerimizin adını yalnızca üçüncü sayfa haberlerinde duyanların da toplu cinayete ortak olduklarını teşhir etmeliyiz. Yeniden farkına varmalıyız cem olmanın verdiği gücün ve elbette ki öz savunmanın öneminin.

Başvurular

CANNETTİ, E. (2006). Kitle ve İktidar. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.