TC yeniliyor! – Bedri Yılmaz
Her değerlendirmede inatla bu devletin faşist politikalarının ülke içerisinde tutunmasının yegane koşulunun hem içeride hem dışarıda saldırgan bir tutumu inatla sürdürmesinden geçtiğini dile getiriyoruz. Rus analistler 11 Ocak sözleşmesini Türk devleti açısından bir prestij artışı olarak değerlendiriyor bu değerlendirmeye derinlemesine bakmakta fayda var. Ermenistan- Azerbaycan savaşının sonlanması ile Ermenistan’ın iç dengesi sallantıda görünüyor. Dün gerçekleşen ‘darbe’ girişimi ise açık bir pozisyon yaratmakta. Eğer bir prestij artışından söz ediyorsak Türk devletinin saldırılarını kendince uluslararası arenada meşru bir pozisyona taşımak için çabalayacağı da açıktır.
Öte yandan Yunanistan-Türkiye gerginliği 25 Şubat itibari ile yeni bir boyut kazanmış oldu. Türk Deniz Kuvvetleri, Ege’nin göbeğinde tatbikatlara başladı. Yunanistan ise bu tatbikatların açıklandığı alanın çevresine kendi kuvvetlerini gözlemci olarak yerleştireceğini açıkladı. İç basında çok gündem olmasa da Fransa, Mısır ve BAE’nin de Yunanistan ile ordu modernizasyonu, ortak tatbikat, deniz sahasında ortak çalışma ve benzeri bir çok anlaşması/anlaşma girişimi bulunuyor. Keza Fransa bir‘savaş uçağı gemisi’yola çıkarmış durumda. Bu açıkça iki devletin restleşmesini daha geniş bir denkleme taşıması anlamını taşıyor. Peki Türk devleti kendi geçerliliğini nereden alıyor?
Açık söylemek gerekirse; S-400 krizi, ticaret gemilerine yapılan baskınlar ve daha nicesi aslında TC’nin hiçbir geçerliliği olmadığının göstergesi. Gare operasyonunda yaşadıkları büyük hezimet sonucunda ABD’ye “Buralar benim kontrolümde, sen karışma..” biçimli vermek istediği mesajda da başarılı olamadı. İçeride ise bu yenilgiden sorumlu olanlar kendi üstlerinden bu sorumluluğu atmaya çalışıyor. Sonuçta baş edemediği daha doğrusu politikaları ve siyasi pozisyonu gereği baş etmesinin imkansız olduğu krizler bulunmakta. Bu krizler halkımızın açlığı, işsizlik, sosyal gerilimler, koltuk sallantısı, pandemi döneminde artan sayısız problem ve daha nicesi… Yönetemiyorlar ve yönetemedikçe de hem içerde hem de dışarıda saldırıyorlar. Faşistlerin karakteristik özelliğidir bu. Ellerinde tuttukları bütün olgular, somut sorunlar tarafından bertaraf edilince; şimdi bir kahramanlık hayalini yaratmaya çalışıyorlar. Ticaret, saha kontrolü ve daha nice konuda geçerli bir söze kavuşmak için ‘kuvvetli’ bir emperyalist odak olmaya çalışıyorlar.
Çabaları boşa çünkü gerçekler böyle değil. İç basına her gün aktarılan her kahramanlık öyküsü aslında onların başarısızlıklarının üzerini örtme çabasıdır. Libya, Suriye dahil giriştikleri her hamlede hezimete uğrayan Türk devleti çoktan yalnızlaşmıştır. En gözde müttefiki, birlikte saman altından su yürüterek mutlu mesut geçindikleri Trump yenilince ultimatom üzerine ultimatom yiyen TC’nin telefonuna bile dönmeyen Biden ve kurmayları ise aslında mevcut hükümeti ne stratejik ne taktik bir ortak olarak görmediğini açıktan göstermiş durumda. Avrupa ile yaşadığı gerginliği tırmandırıyor, Yunanistan krizi ve bu kriz ile gerçekleşen birçok olay aslında Avrupa’nın da aynı fikri taşıdığını gösteriyor.
Peki, bunca detayın bizlere dönüşü ne olacak? En ufak bir hak arama mücadelesinde bile sopasını gösteren bir devlet ile karşı karşıyayız. Bizlere dönüşü açıktır, bu devlet bir kıyıma hazırlanmaktadır. Peki, biz kendimizi savunmaya hazır mıyız? Halkın kendini savunması için geliştirilecek olan araç ve mekanizmalar bugün bütün toplumsal dinamiklerin içerisinde tartışılmalı ve pratiğe geçmelidir. Devletin saldırıları karşısında kendimizi ne araç ile olursa olsun savunmamız meşrudur. Bu devlet son düzlüğüne girmiş bulunuyor. Eğer böyle giderse -ki başka yönde götüremeyecekleri çok açık- çoktan halka doğrulttukları (sivilleri silahlandırarak, orduyu modernize ederek, ‘polis’e savaş helikopterleri tesis ederek) bütün zor aygıtlarını daha sert bir şekilde üzerimize sürecekleri bir gerçektir. Bu sebeple direnmeyi öğrenmek ve öğretmek gerekiyor. Kendiliğindenci bir bakış açısı ile yaşayamayacağımız bir gerçektir. ‘Zamanı gelince…’ yiğitliği ise kendini çoktan çürütmüştür. Günü ve geleceği okumanın bu denli zor olduğu günlerde bizlere yani halka düşen düşmanımız olan devleti iyi tanıyarak ona karşı nasıl kendimizi savunacağımızı öğrenmektir. Öğrenimimiz en nihayetinde örgütlü olmaya yönelmelidir ve birbirimize örgütlü olarak savunma alanlarımızı güçlendirmeliyiz! Acil olan yaşayabilmek ise yaşayabileceğimiz düzeni yani devrimi birlikte yaratmalıyız! Devletin hegemonyasını parçalamalı ve geleceğe kendi taleplerimiz ile yürümeliyiz.