Pazartesi, Aralık 30, 2024
SeçtiklerimizYayınlar

Mehmet’in Defteri / Atık Kağıt İşçisi Mehmet

İsmim Mehmet. Dergi için yazı topladıklarını söylediler. Ben de yazıları toplayan abla gelince herkesten gizli yazdığım şeyleri utanarak gösterdim. Aslında günün birinde birilerinin okuyacağını hiç düşünmemiştim ama birden başkası merak edince çok heyecanlandım. Demek ben de istiyormuşum başkaları yazdıklarımı okusun, sesimi duysun. Abla, “demek sen zaten bir yazarsın” dedi. Kağıtçıdan yazar olur mu ki demek istedim ama aslında ben de inanmıyorum ki kağıtçı olduğuma. Sanki başkası kağıtları topluyor, bense sürekli hayal ediyorum, kafamda sesler oluyor. Gerçek ben hangisi, bazen ben de karıştırıyorum. Hatta geçen amcaoğlu bir şey soracak oldu, ben boş bakıyormuşum, öyle diyor. Bir kezinde de zabıtalar geldi arabamı almaya. Fark etmemişim. Sonradan çok kızdım kendime, koruyamadım arabamı diye. Ne de olsa kağıtçıyım ben. Evime ekmek götürüyorum arabamla.

Gündüz hayal kurmasam gece rüya görüyorum. Çok gördüğüm bir rüya var. Rüyada önce bizim ordayız. Düğünümüz var. Düğünde halay çekiyoruz. Düğün dememe bakmayın, bizim düğünlerin de eski tadı kalmadı. Yokluktan aslında, köyde daha güzel olurdu, biraz da nedense kimse sevdiğine varamıyor, galiba ondan. Kağıtçıya kim kız verir diyorlar ya… Sonra biz düğün yerinden bir alay insan yola çıkıyoruz. Kamyonları içinde çöpler var. Tepesine kadar dolu. Hepsinin üstüne çıkıyor konu komşu kim varsa. Hep birlikte oynamaya başlıyorlar. Kamyonlarla, el arabalarıyla hep birlikte kağıt topladığımız yerlere gidiyoruz.

Akşam oluyor, ışıklar var her yerde. Alüminyum lambalar sokaklarda ışıl ışıl yanıyor. Bütün trafik duruyor, biz yürüyoruz. İşin tuhafı malımıza, arabamıza el koyan zabıta da bizim kervana katılmak istiyor. Zabıta diyor ki “Biz emireriydik o yüzden arabanızı alıyorduk ama geceleri hiç rahat uyuyamıyorduk şimdi bugün tatil günümüz, bizi de alın aranıza. Aramızda bazı kötü niyetli arkadaşlar var ama biz öyle değiliz.” diyorlar. Şaşırıyoruz ama seviniyoruz da çok. Her ortamda iyisi kötüsü olur, biz de bazen hata yapıyoruz, doğrusunuz diyoruz. O sırada bakıyorum, bazı adamlar çöpleri topluyorlar yoldan. Kim ki bunlar, bizim işimizi yapıyorlar diye bakınca şaşırıyorum. Bir tanesi zorla malımızı düşük paraya almak isteyen fabrikanın sahibi. Diğerleri de onun gibi. Önce öfkeleniyoruz onları görünce ama meğer fakir düşmüşler. O zaman kamyonetlerdeki kağıtlardan, plastikten veriyoruz onlara. Onlar da çocuk babasıdır ne de olsa diyoruz. Yalnız, diyorum ben, sakın sadaka diye görmeyin, gönlümüzden koptu. Yardım amaçlı yani, acıma değil. Sonra “biz biliriz” diyorum, “çöpten ekmek çıkarmanın ne olduğunu iyi biliriz”. “Kartonları da öyle düzensiz koymayın” diyorum, gösteriyorum nasıl yapacaklarını, “sonra eve dönerken birden çokça karton çıkar karşınıza, sevinciniz kursağınızda kalır, alamazsınız yeriniz yoksa” diyorum. “Sağol” diyorlar.

Sonra bize siz nereye gidiyorsunuz diye soruyorlar. Ben şaşırıyorum, sahi nereye gidiyoruz diye. En önden kervan başı bağırıyor: Hindistan’a diyor. Ben birden çok seviniyorum çünkü Hindistan’ı çöpten bulduğum bir kitapta görmüşüm ve çok merak etmişim. Biri diyor ki, “Oralarda kağıt çokmuş. Çünkü çok büyük bir ülke, çok insan var. Bir kez toplarsan zengin olurmuşsun bir daha hiç toplamazmışsın, başkaları da toplarmış sonra, herkes nasibini alırmış. “Başkası diyor ki “Orda kız verirken ne iş yaptığına bakmazlarmış”. Bir başkası “orda belki başlık parası da istenmiyordur” dedi, herkes güldü. Ben de başımı sallıyorum ve gülüyorum. Gizli gizli atlasta gördüğüm yerleri düşünüyorum. Hep yalnız yürüdüğümüz yokuşlardan bu sefer hep birlikte çıkıyoruz. İnsanlar bizi alkışlıyor. Hatta çöplerini topladığımız apartmanların pencereleri açılıyor. Bize beşinci kattan hakaret eden amcalar teyzeler “Keşke biz de gelebilsek diyorlar sizle. Biz de aslında mutlu değiliz buralarda.” “Olmaz” diyoruz, “sizin üstünüz bizden temiz ama içiniz değil, orda kabul etmezler sizleri. Hesap sorulur sonra size.” Sonra ama Hindistan’a varamadan uyanıyorum. Zaten nasıl varılır ki o kadar zamanda, çok uzak orası. Rüya bile olsa varılmaz herhalde.

Ablaya çöpten çıkan kitapları okuduğumu söylemiştim. O da şaşırmıştı. Bana kitap da getirdi sonra. Ben kabul etmek istemedim ama “ben öğretmenim, benim senin gibi öğrencilerim var” deyince aldım. Bazen okuyorum, sonra dalıp gidiyorum. İçime tuhaf bir duygu gelip yerleşmiş: Sanki ben kağıt toplamak için doğmamışım ama şu dünyanın sırrını da sanki çöplerin içerisinden çıkaracakmışım gibi geliyor. Gülmeyin bana. Bir insanın tek başına her şeyi anlamaya gücü yeter mi demeyin, hele çöpün içinden her şey çıkar ama senin dediğin şey çıkmaz da demeyin. Çöpten neler çıkıyor bir bilseydiniz… Siz de şaşardınız ama tabii siz çöpe baksanız benim gördüklerimi görür müydünüz ki?

Belki boş düşünüyorumdur ne de olsa işe çıktığımda bazen benle konuşan üniversiteli ablalar ağabeyler kadar okula gitmemişim ama yine de düşünmeden edemiyorum. Bir kez neden bu haldeyiz diye sormuştum babama. “Kaderimizde yazılmış” dedi. “Babam beni okutamadı.” Ama bence başka şeyler olmalı. Güneş her sabah doğuyor, sebepsiz yere değil ya. Bir nedeni olmalı. Aslında her şeyin bir nedeni olmalı. Mesela kağıt fiyatları düşüyor çokça. Anlamıyoruz. Biri diyor kağıt ithalatı olmuş, çok kağıt varmış. Çok olunca istemiyorlarmış kağıt. Ama niye bazı zaman ithalat oluyor bazı zaman olmuyor? İthalat yapılmasa olmaz mı? Sordum bir kez, “piyasa böyle, o karar verir” dediler. “Herkese mi o karar veriyor yoksa sadece bize mi” diye sordum ben de Piyasa nasıl bir şey ki? Aldığım paradan çok böyle bizden bir şey saklamalarına bozuluyorum. Sanki bir perdenin arkasındayım da perdeyi kaldırınca her şey gözüküverecek ama işte öyle bir perde var mıdır, olsa da nerde bulunur, onu bilmiyorum ki…

Belki, dedi abla, perde senin yazdıklarınla aralanır. Tam anlamadım ama sanki bende gizli bir güç var da onu mu demek istedi? Dedim ya bazen öyle hissediyorum, sanki şu dünyanın sırrını çöplerin içerisinden çıkaracağım.  

*Bu yazı Katık dergisinin 6. Sayısında yayımlanmıştır.