Cumartesi, Aralık 21, 2024
Makaleler

Direniş nidalı bozgunculuk! – Bedri Yılmaz

“Bu yazı kitleye açık tartışma zeminlerinin özlemi ve ilerletici pozisyonunun değerlendirilmesi gerektiği inancı ile yazılmıştır. Yazı başlığı da aynı özlemin izinden bilinçli olarak bu kavramları barındırmaktadır.”


Geçtiğimiz beş yılda gençlik mücadelesi ilmek ilmek ve inatla birleşik bir zeminden yürütülüyor. İdeolojik, pratik ayrımlar gözetilmeksizin bütün ‘devrimci’ gençlik organizasyonları açık bir şekilde devrimci bir hatta uzlaşmanın gerekliliğinde ve gençlik mücadelesinin büyütülmesi hedefi ile çalışıyor. Bu hedef doğrultusunda zaman zaman perspektifler ve hareket mekanizmaları gereği uzlaşmazlıklar olsa da temelde gerçekleşen her tartışmanın cephesel birliği sağlamak adına (bilinçli-bilinçsiz) gerçekleştiği aşikar.

Suruç gündemi gençliğin kendi ve coğrafya gündeminden geliştirdiği bütün işlerin sonuçlandığı an haline gelmişti. Yani bu duruma uzun erimli bir kampanya olarak bakarsak -Sosyal, Ekonomik adaletsizliklerden, ezilen kimliği, kimlik siyaseti vb. Coğrafyanın bütün mücadele alanlarını kapsayarak.- kampanyanın sonuçlandığı gün ise 33 genç komünistin devlet ve Daeş çetesi işbirliği ile öldürüldüğü gün olan 20 Temmuz oluyordu. Son beş yılda gençliğin dinamik olan mücadele araçlarını ve öfkesini geliştirip kanalize ettiği bir gündemi vardı ama bu gündemin yetersizliği aşikardı. Bu sebeple hep bir gedik açılmaya çalışıldı ve aynı irade bu gedik açma yolu üzerinde de yürütüldü.

Bir sürü kanlı gündem ve yürütülen kampanyalar, propaganda çalışmaları, fiili sokak eylemlilikleri sonucunda yakalanan toplumsal taban yine de yetersizdi. Bu yetersizliğin başat sebebi devletin sindirme politikalarının tam olarak anlaşılamamasıydı. Bir sabah uyandığımızda başlamayan bu sindirme politikaları şiddetini kademeli olarak arttırdıkça tabanda normalleşmeye başladı. Ekmek ve adalet hep sorun teşkil etmesine rağmen ‘Zaten bu ülkede böyle-şöyle’ gibi apolitik cümlelerde kendini var ediyordu. İrili ufaklı işçi direnişleri, bireysel eylemlilikler, tutuklu devrimcilerin direnişleri ve dışarıdakiler, ince tül ile üstü örtülmüş bir sorunlar ve direnişler yumağı halini almıştı.

Derken aslen Kürdistan’dan Ege kıyılarına kadar uzanmış bir irade yok sayma aracı olan kayyum siyaseti İstanbul’un ve ‘Dünyanın’ çekici akademik odaklarından biri olan Boğaziçi Üniversitesine de sıçratıldı. Aslen buraya kadar da sorun yok. Çünkü sorunlarımız o kadar sacayaklı ki artık halk ve devrimciler bir çok geri düşüşü kanıksamış pozisyondaydı. Dönüp baktığımızda bu bir aylık süreci tahmin edebilecek- öngörebilecek herhangi bir politik analiz yetimiz de kalmamıştı. Keza politik analiz yetimiz yarın coğrafyada ne gibi bir kanlı gündemle uyanacağımızı bile kestiremez olmuştu çünkü devrimciler aktif olarak politik arenanın öznesi olmaktan uzaklaşmıştı. Devlet gündem yelpazesini nereye kırarsa peşinden gidiyor onun belirlediği gündemi takip ediyor ve kendi gündemimizi yaratamaz halde pozisyon alıyorduk.  

Peki BOUN ile beraber bu denklem değişti mi? Hayır. Ama değişim nüvesi kendini göstermiş bulunmakta devrimciler aslen kitlenin inisiyatiflerini çiğnemediğinde kitlenin ne denli direngen bir pozisyon içinde bulunabileceğini görmüştür. Bahsi geçen beş sene içerisinde dar bir çevre içerisinde ve dışarıda da aynı oranda kullandığımız bir kelimeler bütünü bu durumu açıklamaktadır “Kitleden Korkan Devrimciler”. Kitlenin barut fıçısı gibi patlamaya hazır olduğu gerçeği ve öncülük edememe korkusu kitleleri geri planda tutup düşman ile masaya oturtur pozisyonda gözlemlediğimiz insanlar gençlik faaliyeti yürüten devrimcilerden başkası değildi. YTÜ’de Yıldız Kampüsü boşaltılmaya başlandığında ‘Devrimciler’ rektör ile masaya oturmayı konuşurken öğrenciler tırların önünü kesmek gerektiğini dillendiriyordu. 

Bu ‘ahval ve şerait içinde’ kitle coşkunca öne sıçramak ve kendi iradi müdahalesini gerçekleştirmek isterken devrimci öğrenciler kitle içerisinde eriyerek iradi müdahaleyi kuvvetlendirmekten korkuyordu, kitle örgütlü olmazsa istedikleri gibi yönlenmezdi.. Açık bir soru soralım hangi toplumsal olayı istediğiniz gibi şekillendirebiliyorsunuz da düşman önünüzde kitle yanınızda iken vurmaktan geri duruyorsunuz? Kitle açıktır. Coşkun bir anın içinde strateji ve planlamaya dahil olma gerekliliği gütmeden eyler. Eylemesinin koşulu kitleyi cesaretlendirmektir. Bu cesaret ancak ve ancak kalkıp bir taş atmak ile başlar. Sürekli kovalanan bir pozisyonda olmak acizlik ise aczi yırtmak gerekir, bunu yaracak olan şey örgütlü kitleyi beklemek değil kitleyi eyleme örgütlemektir.

Kitleyi örgütlemek örgüte örgütlemek değildir. Kitleyi devrime- isyana örgütleyebiliriz ve kitleyi örgütlemek için kaçınılmaz olarak cüreti kuşanmış olmak gereklidir. Bu cüret için gerekli donanıma ve zekaya sahip olmak eğer sahip değilsek bu yönlerimizi hızlıca geliştirmek gerekir fakat burada sorun daha farklı bir alanda çiçek açıyor. Öncü iddiasının ‘taşıyıcısı’ olanların bazıları programları gereği devrimci iddialarını somutlayacak hareket mekanizmalarına sahip değillerdir. Bu sahip olmama hali ile deneyim, birikimlerini asla düşman ile karşı karşıya geldiklerinde onunla çatışmaktan kurmazlar. Kaçmaktan ya da mevcut alanı muhafaza etmekten kurarlar. Peki mevcut alanı muhafaza etmek yeterli midir? Devrimci daima ufuk çizgisine gözlerini dikmeli ve önündeki bütün engelleri kaldırarak o çizgiye yürümelidir! 

Gelelim BOUN Direnişi içindeki konumlanmamıza. Devrimciler olarak bu direnişteki yerimiz asla negatif bir anlamda öncülük olamaz. Yani kitleyi yönlendiren pozisyonda olamayız. Somut koşullar da gösteriyor ki kitle kendi iradesi ile çok alanlı bir şekilde kendini idame eden bir pozisyondadır. Yani öncülüğü kazanma çabasına girmektense kitlenin ve mevcut hareketin içinde konumlanarak oralara can katmak ve fiili eylem anında kitle ile düşmanı karşı karşıya çatışır bir pozisyona getirmek şarttır! Keza toplumsal mücadelenin son beş yılda gördüğü en kalabalık sokak eylemliliğinde yani Kadıköy’de bir öncü olmamasına rağmen kitle düşman ile geldiğinde dirençli bir görüntü veriyordu. Fakat kitlenin öncüsüzlüğüne öncü olmak isteyenler ise akıl tutulması yaşamışçasına kitle ile düşmanı karşı karşıya getirmemek adına bütün eylem havzasında yaklaşık ‘İKİ’ saatlik bir yürüyüşü kitleye bahşetmiş oldu. Bu akıl tutulması yüzünden düşman ile halkın arasındaki pergel açılmamaktadır. Bütün emekleri bu pergelin kapanmasına yöneliktir ve her diyalogda kendilerini tanrının bahşettiği bir devrimci pozisyondan kurgularlar fakat aslında bunlar Kitleden de Düşmandan da korkmaktadırlar. Yanlış anlaşılmasın korku çok doğal bir duygudur asıl problem düşman ile daha önce karşı karşıya gelmemiş olmalarındadır. Bu karşı karşıya geliş her dönem ve her şekilde bizleri besler ve öğreticidir. Eylem yani çatışma bizleri her şekilde bir adım ileri taşır. 

Bu devlet zaaflarını görünür kılmıştır ve bu zaaflara yüklenmek devrimci durumun yaratılması adına iyi bir zemin taşır. Coğrafyanın dört bir yanına dağılmış olan eylemlere devletin verdiği refleks nedir? En ufak basın toplantısından tutun da yine niceliği gereği ufak sayılabilecek yürüyüşlere, bildiri dağıtımlarına, basın açıklamalarına tahammülsüzdür ve fütursuzca saldırıp kitlesel gözaltılar, zorlayarak çıkarttığı tutuklamalar ve yeni modası olan ev hapislerini görmek gerekir. Hepimiz bu durumu görmekteyiz fakat elimize geçen fırsatın farkında değiliz. Bu devlet gerçekleştirdiği her gözaltında, tutuklamada, ev hapsinde rezil olmaktadır. Uluslararası kamuoyunda yazılan çizilene ufacık göz atan herkes bu durumun farkındadır. Sınır dışı politikaları gereği zaten köşeye sıkışmış olan düşman şimdi içerideki politikalarını da daha da sertleştirerek aslında potansiyel taşıyan bütün ittifaklarına rest çekmiştir. Bu resti görmeli ve bu devleti zayıflatmak adına davetine icabet etmeliyiz. Süren/sürdürdükleri iç savaş dinamiği büyüyor! Bu dinamik büyüdükçe ezilenlerin öfkesi doğalında örgütlü bir zemine oturuyor! Bizler ise bulunduğumuz her alanı bir sıçrama tahtası olarak kabul etmeli ve öfkemizi bu zeminlere aktarmalıyız..

Tüm bu anlatı ile beraber açık davetimiz herkesin devrimci bir pozisyonda kendini var edebilmesi için direniş hattında yıkıcı bir güç olmaya çabalamaktır! Barikatları aşarak mahallelerden, okullardan, fabrikalardan direnişi büyütmek adına bütün sürecimizi ‘Birlik’ ile her sokağı düşmana amansızca ve sürekli vurmak üzerinden geliştirmeliyiz. Çünkü karşımızda konum almış düşmanın korkusu açıkça görülmektedir. İnsanlarımız, arkadaşlarımız kaçırılıyor, darp ediliyor ve tehdit ediliyorsa yani devlet çete pratiklerine geri dönmüşse kuyruğu sıkışmış demektir! Gare Zaferi ve sonrasındaki muhalefet ziyaretleri bu durumun somut örneğidir. İçişleri Bakanı ve  Savunma Bakanı kalkıp sürekli terörist ilan ettikleri muhalefetin masasında elleri bacak aralarında  oturmuş şekilde görüntü veriyor. Hemen ardından ‘O’ “Ben size bakanlarımı gönderdim siz yüzsüzlük yaptınız…” şeklinde ateşler püskürüyor. Görünen köy kılavuz istemez! Düşmana toparlanma fırsatı vermeden kentlerde isyan çığlıklarını eyleyecek ortak bir zeminde buluşmak şarttır. Eylemlerimizin olası sonuçları ( gözaltı, tutuklama, darp vb.) bize geri adım attırmamalıdır.

Birlik, Mücadele, Zafer!